(Asırlar Önce)
Zamanla içinde büyüyen nefretle beraber gücü de iyice zayıflıyordu. Hekate'nin planlarına göre zamanla iyileşecek ve güçlü olacaktı fakat bunun ne zaman olacağını hiçbir zaman bilmiyordu. Yarattığı Argulus adındaki Gölge Anka ile planlar yapıyordu. Gölge Anka, ejderha ateşine sahip olmayı hedefleyen ve bunun mümkün olduğunu öne süren bir varlıktı. Hekate bunun olmayacağını biliyordu. Bu yüzden onu tamamen yok etmenin kötülük için daha iyi olacağının farkındaydı. Hekate gittikçe güçsüzleştiği zamanlarda Argulus, kötü enerjiyle daha da büyümeye başladı. Hekate bir gün güçlense bile bunun çok zaman alacağını düşünüyordu. Argulus ilerleyen zamanlarda üç cadıyla iş birliği yapmaya başladı. Bu cadılardan ejderha ateşini almasını istiyordu. Hekate, bu üç kızı tanıştırdığı zaman ise birçok kez bunun zor olacağını söylemişti. Kızlar kime inanacakları konusunda oldukça zorluk yaşıyordu.
Bu üç genç cadı, hangi yoldan ilerleyecekti?
---
Alfea'yı karanlık bir hava kaplamıştı. Bugün yağmurlu ve tatsız bir okul günü bizi bekliyordu; sabah uyandığımda bunu fark etmiştim. Dersimiz 'Sihir Tarihi'ydi. Gelmiş geçmiş düşmanları ve şampiyonları inceliyorduk. Lyna ve Ava ile aynı sıradaydım. Sayfaları çevirdiğimizde gördüğüm yüzler bana tanıdık gelmişti.
Lyna meraklı bir şekilde elini fotoğrafa götürüp sordu:
''Bunlar kimdi? Sanki tanıdık geliyor.''
Ava fotoğraflara bakarak çok geçmeden cevabını verdi:
''Eski Çağ Cadıları bunlar.'' Sırasıyla parmağı ile göstererek isimlerini okudu.
''Belladonna, Liliss ve Tharma isimleri. Annelerimiz zamanında onları yenmişti. Ejderha ateşinin peşindelermiş.''
Başka neyin peşinde olacaklardı ki? Annemin zamanında yaşadığı tehdidi ben de yaşıyordum resmen. Bu nesilden nesle geçen bir lanet gibiydi. Profesör Miele'den aldığımız haberlere göre, benim peşimde kimin olduğunu öğrenmiştik. Hiç güvenli değildim, her an başıma üşüşebilecek düşmanlarım vardı. Bunlardan en önemlisi, ilk cadılardan Hekate'ydi.
Artık son tılsıma doğru yola çıkmamız gerekiyordu. Bildiğimiz kadarıyla altı tılsım olması gerekiyordu. Biz beş tanesini almayı başarmıştık. Son tılsım ise büyük ihtimalle Neptune'un gezegeni Andros'ta olmalıydı.
Bu seferki görevimizde yine ayrılma kararı almıştık. Cadı hakkında daha fazla bilgi almak için Helios, Hector, Sirius ve Valencia Daphne'ye gidecekti. Biz de diğerleriyle Andros'a ilerleme kararı aldık.
Okyanusların daha fazla yer aldığı bu gezegen gerçekten oldukça büyüleyiciydi. Andros'ta deniz insanları daha fazla yaşardı. Zamanında kara insanları ve deniz insanları arasında yapılan anlaşmayla ailelerini büyütmeye başlamışlardı. Bu sayede melez kişilikler ortaya çıkmaya başlamıştı. Neptune çok cesur ve hareketli biriydi. Bazen ona ayak uydurmakta zorluk çekiyorduk ama bulunduğu gezegene bakarsak herkes öyleydi.
Krallığa yaklaştığımız sırada Neptune'u herkes saygıyla karşılıyordu. Birçok kez ''Aynı babanın oğlusun.'' lafını halk arasında geçerken duymuştuk. Mavi ve yeşilin hakim olduğu bir alana doğru ilerledik. Burası krallığın alt kısmı olmalıydı. Neptune gözünü kısmış bir şekilde birine bakıyordu. Yüksek bir sesle ''Baba!'' diye seslenmişti. Saçları örgülü, yanık tenli bir adam bu seslenişe karşı ona doğru dönmüş, şaşırmış bir biçimde kollarını açmıştı. Neptune örgülü adamın kollarının arasına sarıldı. Neptune'ü daha çok ciddi ve sert bir ifadeyle tanısak da onun sevdiği ve kollarında huzur bulduğu bir ailesi vardı. Örgülü adamların yanında bulunan kişiler, ''Nabu oğlun ne kadar da büyümüş.'' diyerek Neptune'un sırtını okşuyorlardı.
Neptune bize doğru dönüp yanlarına davet etti. Bizi tek tek tanıştırdıktan sonra babası Nabu tarafından yemeğe davet edilmiştik. Yemek salonuna doğru giderken bizi deniz ürünleri karşıladı. Güzel bir sofra kurulmuştu, hepsi Layla Teyze tarafından özel olarak hazırlanmıştı.
Ava masaya heyecanla ilerlerken bir peçetede isminin yazılı olduğunu gördü.
''Benim burada ismim neden yazıyor?'' diyerek Neptune'a baktı. Neptune gülümseyerek yerine oturdu.
Ava gülümseyerek, ''Bunu planlamıştın değil mi?'' diye sordu. Neptune başını hafifçe onaylar biçimde salladı. Önceden geleceğimizi belirtip bize güzel bir jest sunmuştu. Ne kadar bazı durumlardan dolayı ısınamasam da gerçekten iyi bir dosttu.
Yerimizi aldığımız gibi Layla Teyze bize doğru geldi.
''Hoş geldiniz çocuklar, ben de sizi bekliyordum.'' diyerek sevecen bir gülümseme belirdi yüzünde. Su yeşili kıyafeti ve toplanmış saçlarıyla çok zarif görünüyordu.
Lyna'ya dönüp, ''Eskiden buralara çok sık gelirdin. Şimdi neden gelmiyorsun?'' diye bir soru yöneltti. Ne yani, Lyna buraya sık mı geliyordu? Bunu bilmediğim için şaşırmış bir biçimde ona baktım. Lafına tam başlayacakken Neptune sözünü aldı.
''Büyüdük anne. Arkadaş kalmanın bizim için daha iyi olacağını anladık. Masum bir çocukluk aşkıydı.'' demesiyle Ava ile birbirimize baktık. Ava ağzını oynatarak sessiz bir biçimde ''Siktir oradan'' dediğini ağzını okuyarak anlamıştım. Daha kibar bir şekilde bunu Lyna ve Neptune'a sundu.
''Yok artık! Peki bizim bundan niye haberimiz yok?''
Lyna bana küçük bakışlar atıp arada kaçırıyordu. ''Bitmiş bir hikayeydi. Büyüdükçe karakteriniz oturur, farklı şeyler sevdiğinizi anlarsınız.'' diyerek yemeğiyle oynamaya devam etti. Bu konudan rahatsız olduğunu anlayan Nabu Amca, bize burada ne yaptığımızı sormakla konuyu dağıttı. Olayı biraz anlattıktan sonra, bu tılsımı nerede bulabileceğimizi sorduk.
Söylentilere göre bu tılsım, okyanus ve karanın bir arada bulunduğu bir noktada bulunuyordu. Görünen ama ulaşılmayan bir yer olduğu söylenirdi. Yani tılsım okyanusun içindeydi fakat onu karadan görebilecektik.
Tılsımın bulunduğunu düşündüğümüz yere doğru ilerliyorduk. Ortamda bir soğukluk vardı; Lyna'nın bugün ağzı bıçak açmıyordu. Şimdi daha iyi anlıyordum. Belli ki burada bazı hatırlamak istemediği anıları vardı.
İyice ilerlediğimizde ortada yüksek bir kule vardı. Oraya gitmek için deniz yolunu kullanmamız gerekiyordu.
Lyna, ''Göreceğimiz ama ulaşamayacağımız bir yer. Yani denizden üst kısmına gideceğiz, ardından en dibe dalmamız gerekiyor,'' diye belirtti.
Neptune, ''Aynen öyle. Fakat dibi çok dardır, herkes geçemeyebilir. Tılsımı yukarıdan görüp direktif verebiliriz. Ama önce sörf yapmaya ne dersiniz?'' diye bir soru yöneltti. Hayatımda hiç sörf yapmamıştım.
Ava telefonunu çıkartarak, ''Bu dalgaların üzerinde hayatta sörf yapmam,'' dedi ve telefonundan deniz motosikleti görünümü çıkartıp kaydırmasıyla suda bir anda belirdi.
''Bunlar daha hızlı ulaşmamızı sağlar.'' deyip bana bakarak, ''Neptune, ben pek bunları kullanmakta iyi değilim. Sen benle gel.'' diyerek bana göz kırptı.
Derdini anlamıştım. Lyna'ya olan hislerim her gün daha da belli oluyordu ki konuşmamızı istiyordu. Neptune ve Ava motora binip ilerlemeye başladılar.
Lyna bana yönelip, ''Motosikleti kullanabilirsin değil mi?'' diye sordu.
Göğsümü gererek, ''Elbette, Neptune kullanabiliyorsa ben kullanamam mı?'' dedim ve üstümü çıkartıp motosiklete bindim. Elimi Lyna'ya uzatıp rahatça binmesini sandım. Vücudumu biraz süzmüştü ve bu benim hoşuma gitmişti.
Tok bir sesle tutunmasını söylemiştim ve nazik ellerini karnımda birleştirmişti. Biz de kuleye doğru gitmeye başladık.
Lyna, ''Bu konu hakkında bahsetmediğim için üzgünüm. Tuhaf olur diye bahsetmek istememiştim ve geçip gitmişti.''
Kafamı biraz Lyna'ya döndürüp, ''En azından seni öpme sebebini öğrenmiş oldum,'' pot kırmıştım.
Şaşırmış bir biçimde bana bakarak, ''Nerede öpüştüğümüzü gördün?'' diye sordu.
Sera'da gördüğümü söyledikten sonra, hafif bir iç çekmeyle,
''Helios'un demek istediğini tam olarak şimdi anladım. Orada Neptune beni öpmüştü ve bir şansımızın olup olmayacağını soruyordu. Ben de olmayacağını söyleyip tam anlamıyla bitirdim,'' cevabını verdi.
İçim biraz olsun rahatlamıştı. En azından Lyna'nın böyle düşünüyor olması, bir şeylerden bahsetmem için bir zemindi. Bu görevden sonra muhakkak onunla bu konuyu konuşacaktım.
Motosikletle vardığımızda ilginç bir şekilde dalgalar yükselmeye başlamıştı. Deniz hayvanları delirmiş bir şekilde yukarı doğru çıkıyordu.
Neptune, ''Ne oluyor bu hayvanlara böyle?'' diye sordu. Bir anda altı başlı yaratık ve üst kısmında deniz kızına benzeyen yaratık bir kadın belirdi.
Lyna, ''Bu bir Scylla,'' dedi korkutucu bir şekilde. Yaratık denizdeki canlılara zarar vermeye başlamıştı.
''Burada olduğumuzu biliyor,'' dediğim sırada kötü kahkahalar etrafımızda yankılanmaya başlamıştı.
Hekate buradaydı ve yaratıklar bizi rahat bırakmayacaktı.
---
Sarışın kadın, ''Bana daha önceden bu durumu haber vermeniz gerekiyordu,'' dedi.
Valencia ve diğerleri, Daphne'ye olayların tamamını anlatmak için Daphne'nin Nymphler için kurduğu ve okyanusları incelemek adına büyüttüğü topluluğa gelmişlerdi.
Helios, ''Haklısınız, ama tehdidin olduğunu bilmiyorduk. Peşimizde böyle bir cadının olduğunu geç anladık,'' diye cevabını yöneltti.
Valencia'nın yanında Hector, onun yanında Sirius ve Helios oturuyordu. Karşılarında olan Daphne onlara yaklaşarak ön koltuğa oturdu.
''Bu olay bunca zamana kadar duyulmamıştı. Bahsettiklerinizden sadece Palarus'u ve isyan çıkartan cadıları biliyorum. Domino Kraliyet Ailesi'nden dolayı Palarus'u biliyordum. Domino kraliyet ailesinden olmayıp, Domino'yu ilk kurtaran peri olduğu için onurlandırılan bir isimdi kendisi. Ogma da büyücü bir köylüydü. Aşk ve ilişki sorunları olduğunu biliyorduk. Kötü cadının onu öldürdüğünü falan.''
Valencia lafa atılarak, ''Yanlış biliyormuşsunuz teyze. Her şey bir güç savaşıyla alakalıymış,'' dedi.
Daphne başını sallayarak, ''Bu kadını durdurmak için kitabı yok etmek gerekiyor. Fakat yaşam bağlantısı olan biri varsa, ilk onu oradan kurtarmak gerekiyor,'' dedi.
Hector, ''İyi de kitabı açsak belki görebiliriz. Fakat açılmıyor,'' diyerek kitabı uzattı.
Daphne eline kitabı alarak kontrol etmeye başladı.
''Bu sahipli bir kitap; sadece sahibi açabilir. Bu kitabı yaratan ne kadar Hekate olsa da sahibi Ogma. Onun laneti üzerinden yaratmış; sadece o ve Ogma açabilir.''
Valencia, ''Peki, Ogma'yı nasıl bulacağız?'' diye bir soru yöneltti.
Daphne ise, ''Tılsımlar sayesinde Duncan ile bağlantı kurduğunuzu söylediniz. Bununla bir ilgisi olabilir. Bütün tılsımları topladınız mı?'' diye sordu.
Helios, ''Sadece bir tane kaldı. Gardenia, Lynphea, Solarya, Zenith ve Melody elimizde. Andros için diğerleri gitti,'' dedi.
Daphne, ''Peki ya Domino? Asıl olaylar orada başladıysa, demek ki orada da bir tane vardır. Domino'nun tılsımını bulmalısınız,'' dedi.
Daphne'nin önerilerinden sonra oradan ayrılan ekip dışarıda konuşmaya başladı.
Valencia, ''Domino'nun tılsımının nerede olduğunu öğrenmemiz lazım,'' diyerek lafa atladı.
Sirius, ''İstersen ekip toplayıp Domino'ya gidelim ve arayalım,'' diye bir öneride bulunduğu sırada Valencia bir anda yere doğru düştü.
Helios, ''Valen!'' diye bağırıp anında onu kucağına aldı.
Valencia, ''Okyanusta ters giden bir şeyler var. Selkie'ler bana sesleniyor. Yabancı bir yaratık var,'' dedi.
Hector, ''Sanırım Duncan'lar tehlikede,'' diyerek telefonunu çıkartıp Ava'ya mesaj attı.
---
''İlkbahar Sarmaşıkları'' gücüyle onu sarmaya çalışıyordu Lyna. Ben de sırada kulenin içine girmiş, tılsıma bakınıyordum. Nerede olabilirdi ki? Ava ve Neptune canavarla uğraşırken, kulenin karada olan kısmından suya dalmıştım. Parlak bir ışık gözümü alıyordu. Ona doğru yüzmeye karar verdim.
Ava'nın telefonuna Hector tarafından bildirim gelmişti. Sesli bir mesajla yardım gerektiğini söyledikten kısa bir süre sonra onlar da aramıza katılmıştı. Helios ışıklarıyla canavarın görmesini engellerken, Hector yarattığı sarsıntılarla dengesini şaşırtıyordu. Valencia da suyun içinden bir anda çıkarak, deniz kızına benzeyen yaratığın alt gövdesinden çıkan yaratıkların kafasını koparmıştı.
Neptune, ''İyi işti Valencia! Hoş geldin,'' diyerek gülümsemişti.
Ava, ''Inheritix'e mi katılsan acaba? Böyle iki dakikada canavarın başını koparacaksan, sana ihtiyacımız çok,'' diye destekledi.
Valen, Helios'a bakarak, ''Belki başka zaman olabilir. Şu an bir nemfin arenasındasınız. Bu benim işim,'' diyerek ıslıkla deniz kızlarını çağırdı. Deniz kızları büyüleriyle canavarı tutmayı başarsa da, Valencia'nın kestiği başlar tekrar çıkmaya başlamıştı.
Lyna, ''Hayır, olamaz ya!'' tepkisini vererek sarmaşıkları iyice sıkılaştırdı.
Ben de o sırada iyice derine doğru yüzdüm ve tılsıma ulaştım. Alevler, benim gelmemle yine çoğalmıştı. Resmen suyun altında bir taş masa vardı ve onun üstünde tılsım hareketsiz bir biçimde duruyordu. Yavaşça elimi tılsıma götürdüğüm sırada yine o alanda belirmiştim. Bu sefer tapınak farklıydı ve bütün tılsımları yerinde görüyordum. Hepsi bölümlere ayrılmıştı fakat bir yer boştu. Onu anlamlandıramamıştım. Son tılsımı almak için elimi götürdüm ve bir anda karşıma bir deniz adamı çıktı.
''Ben Posennus, Andros ilklerindenim. Tılsımı aldığın anda yardıma ihtiyacın varsa, bunu yerine getirip seni mutlu edecektir,'' deyip kaybolmuştu.
Tılsımı aldığım anda bir ışık süzmesiyle tekrar okyanusta belirmiş, bir anda yer yüzüne çıkmıştım. Elimdeki tılsım kör edecek derecede parıldarken, gözlerim mavileşmişti.
''Kardeşim, seni çağırıyorum. Huzurun ve düzenin bekçisi buraya gel!'' diyerek bir anda su yeşili bir ejderha içimden çıkıp Scylla adlı yaratığa doğru gidip onu yok etmişti. Bunu derken kendimi kontrol edememiştim. Bu bana ikinci kez olmuştu.
Canavarı yok ettiğim gibi gücüm tükenmişti ve beni Neptune ile Helios tutmuştu.
Alfea'ya döndüğümüzde ise tılsımların hepsini alıp bakmaya başladık.
Hector, ''Yani şimdi hepsini alamadık ama birleştirsek nasıl bir şey olur?'' diye soru yöneltti.
Ava, ''Şansımızı deneyelim, belki bir şeyi çözmüş oluruz,'' diyerek Zenith tılsımını masaya koydu.
Diğer herkes de diğer tılsımları yavaşça yerleştirdi. Ben de elimdeki Gardenia tılsımını koyduğum gibi, bir anda ışık süzmesi çıkmaya başladı.
Lyna camdan dışarıya doğru yöneldi. Eliyle göstererek, ''Bakın, her yer gökkuşağına benzer bir şekilde aydınlandı,'' dedi.
Işık süzmesi bir süre sonra söndü.
Helios, ''Ne oldu şimdi? Bir işe yaramadı mı?'' diye söylenmeye başladı.
''Demek ki hâlâ eksiğimiz var. Domino'yu ziyaret etmemiz gerekiyor.''
---
Gece geç saatlere kadar süren eğlence mekanında işlerini bitirmişti. Son hesaplara bakıyor, para durumunu sayıyordu.
Andy adında olgun bir adam, pembe saçlı kadına yaklaşıp, ''Bugün FruttiBar aşırı iyiydi. Her zaman bu tutumu yakalamak zor oluyor, Roxy,'' diye konuşmaya başladı.
Roxy, ''Evet, öyle. Haftasonuna geçeceğimiz için insanlar akın ediyor. Yarın işleri olmadığı için doyasıya eğleniyorlar işte,'' dedi.
Andy, ''Kızın nasıl?'' diye sordu.
Roxy, ''İyi, kreşe alışmaya çalışıyor. Ne yapsın, çocuk işte,'' cevabını verdi.
Andy, ''İyi o halde, ben kaçıyorum. Yarın yine gelirim, bir sorun olursa ararsın,'' dedi.
Roxy başını 'tamam' anlamında sallayıp devam etti. Son hamlelerini yaparken dışarıdan bir tıkırtı sesi geldi.
''Andy, sen misin?'' diye seslendi fakat ses gelmedi. Bir süre sonra tekrar tıkırtı sesi gelince dışarıya doğru ilerledi. Karşısında siyah kapüşonlu, simsiyah giyinen bir adam vardı.
Roxy tedirgin bir şekilde, ''Sen de kimsin?'' diye sordu.
Adam, tok bir ses tonuyla, ''Dünya perilerinden Roxy değil misin?'' diye sordu.
Roxy, daha da tedirgin bir biçimde elinden ışıklar çıkarmaya başladı. ''Peri olduğumu bildiğine göre buradan değilsin. Kimsin, söyle?''
Adam, Roxy'nin sihir çıkardığı eline bakıp cevap verdi. ''Korkmana gerek yok. Zarar vermeye gelmedim. Kendimi bir anda buldum.''
Roxy sinirli bir biçimde, ''Zarar vermeyeceksin ama ismini de söylemiyorsun. Soruma cevap ver,'' diyerek siyah giyimli adama daha da yakınlaştı.
Adam kapüşonunu çıkarttığında, kahverengi uzun saçlı ve mavi gözlü bir adam karşısında duruyordu.
''Ben Ogma, tanıştığımıza memnun oldum,'' dedi.
DEVAM EDECEK..